Kaynak

Ember Elektrik ve İklim Veri Analisti Ufuk Alparslan, Montel-Foreks Muhabiri Ufuk Olgun’un iklim değişikliği, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ve enerji piyasalarında uzun bir süredir devam eden fiyat krizi gibi konuların yer aldığı sorularını yanıtladı. Son raporlarında, yenilenebilir tesislerin ülke ekonomisine kattığı tasarruf hacmini gösterme ihtiyacı hissettiklerini söyleyen Alparslan’a göre, fosil yakıtların öncülüğünde yaşanıyor olan küresel enerji fiyat krizinin Türkiye’de kurla birleşen etkileri yadsınamaz.

– Yakın zamanda Türkiye enerji sektörüne dair yayınlanan bir araştırmanız oldu. Burada Türkiye’nin son 12 ayda rüzgâr ve güneş enerjisine dayalı elektrik üretim tesisleri sayesinde 7 milyar USD civarında bir tasarruf ettiğine değiniliyor. Türkiye’nin yenilenebilir enerji alanındaki mevcut durumunu ve yakın vadede bu alanda yaşanabilecek gelişmelere dair öngörülerinizi paylaşır mısınız

Pozitif kısmından başlayacak olursam, Türkiye 2015’ten 2021’e kadar geçen sürede rüzgâr ve güneşin elektrik üretimindeki payını üç katına çıkararak %14’lere kadar yükselmesini sağladı ve bu oran bizi G20 ülkeleri arasında 5. sıraya taşıyor. Ancak yine son yıllara baktığımızda elektrik tüketimindeki artışı karşılayacak kadar yenilenebilir enerji kaynaklı üretim artışı sağlayamadığımızı da görüyoruz. Öyle ki son 10 yılda 100 TWh’lik tüketim artışı olduysa bunun 60 TWh’i yenilenebilir kaynaklardan, geri kalanı ise fosil kaynaklardan karşılanmış. Arta kalan %40’lık payın ise büyük kısmını ithal kömür santralleri oluşturuyor. Bu nedenle rüzgâr ve güneşteki artışa rağmen, Türkiye’nin birim elektrik üretimi başına karbon emisyonları yıllardır kayda değer iyileşme göstermiyor. Oysa daha fazla yenilenebilir enerji kaynağı kurulu güce eklenebilse yalnızca çevresel değil, ekonomik olarak da büyük faydaları olacaktır.

En son çalışmamızda rüzgâr ve güneş enerjisinin son 12 ayda 7 milyar USD’lik enerji ithalatına engel olduğunu bu nedenle gösterme ihtiyacı hissettik. Bunun yanında doğal gaz fiyatlarının o dönemki seviyesinde kalması durumunda, sonraki her ay yaklaşık 700 milyon USD büyüklüğünde enerji ithalatına daha engel olacağını hesaplamıştık. O günden bugüne doğal gaz fiyatı yaklaşık %70 arttığı için rüzgâr ve güneşin ekonomiye katkısı bir o kadar daha artacak diyebiliriz. Küresel fosil yakıt krizi savaştan önce başlamıştı, etkisini arttırarak sürdürüyor. Buna önlem olarak öncelikli bir çözüm olarak görülmesi gereken ilk kaynak güneş enerjisi diyebiliriz. Çünkü ülkemizin pik elektrik talebi yaz aylarında yaşanıyor; klima kullanımı da sıcak hava dalgalarının yaygınlaşması nedeniyle hızlı bir biçimde artıyor. Yalnızca yaz talebini karşılamak için değil, barajlı hidroelektrik santrallerinin yaz aylarında gerçekleştirilecek üretimlerini kış aylarına aktararak pik doğal gaz talebini ve dolayısıyla LNG ihtiyacını azaltmak için de güneş enerjisi faydalı olabilir.

Öte yandan, güneş diğer üretim kaynaklarına göre daha ucuz, daha hızlı tamamlanabiliyor, tüketimin olduğu yere yakın kurulabiliyor ve Türkiye’de potansiyel oldukça yüksek. Ukrayna gibi güneşlenme süresi Türkiye’den çok daha düşük olan bir ülkenin güneş enerji santrallerinin (GES) kapasitesi bile Türkiye’nin kurulu gücü ile yarışıyor. Yakın gelecekte ülkemizdeki GES kapasitesi artışının hızlanmasını bekliyorum; bu kaçınılmaz.

– Mevcut YEKDEM’i dikkate aldığımızda bu alana ilgi duyan yatırımcıların yatırım iştahını artırmada ne tür değişimler gerektiğini düşünüyorsunuz?

Özellikle karasal rüzgâr ve güneş için artık teşviğe ihtiyaç yok. Bununla paralel bir biçimde, hem rüzgâra hem de güneşe yerli yatırımcı iştahı daha yüksek diyebiliriz. Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları (YEKA) ihalelerine, ihale edilen kapasitelerin 10-15 katı talep geliyor. Yabancı yatırımcıyı da serbest piyasaya daha az müdahale ederek, yatırımlarda rekabetçi ortamı bozmayarak çekebiliriz. Yerel yatırımcı iştahını daha verimli kullanmak için daha yüksek kapasiteli ihaleler yapılabilir. Kimi yatırımcılar ihaleleri tercih ediyor ama yalnızca ihalelere bağımlı kalınmamalı. İhaleler dışında da rüzgâr ve güneşe daha fazla kapasite tahsis edilmeli. Bu kapasiteler tahsis edilmediği için, özellikle güneşte lisanslı tek yatırım yolu ihaleler kalıyor. Bu bağlamda elektrik depolamalı rüzgâr ve güneşe geçtiğimiz günlerde sağlanan ayrıcalık çok önemli ve güzel bir gelişme, umarım bu doğrultuda düzenlemeler görmeye devam ederiz.

– Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması onayı ve ‘2053 Net Sıfır’ hedefi belirlemesini göz önüne aldığınızda, bu hedefe doğru adımlar atarken fiyat istikrarı sağlamak adına ne tür politikalar uygulaması gerektiğini düşünüyorsunuz?

Türkiye’nin orta ve uzun vadeli kapasite hedefleri belirlemesi gerektiğini düşünüyorum. Nitekim hem enerji bakanımızın geçtiğimiz günlerde belirttiği gibi hem de en son yayınlanan İklim Şurası Sonuç Bildirgesinde yer aldığı üzere, 27. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı (COP27) öncesinde ‘2053 Net Sıfır’ hedefiyle uyumlu olacak yeni bir enerji planı yayınlanacağı açıklanmıştı. Bu planda orta ve uzun vadeli rüzgâr ve güneş kapasite hedeflerimizin olmasını da bekliyoruz.

Türkiye’nin yalnızca artan elektrik talebini karşılaması için bile 2030’a kadar 20 GW rüzgâr ve 20 GW güneş enerjisi santraline ihtiyacı olacak. Dolayısıyla 2053 hedefiyle uyumlu olacak kapasitelerin bundan daha yüksek olması beklenir. Enerji güvenliğini riske atmadan uygulanacak bir karbonsuzlaşma politikasıyla 2030’a kadar 40 GW güneş, 30 GW rüzgâr kapasitesine ulaşmamız gerekecektir. Rüzgâr ve güneşteki kapasite yükseldikçe ülkemizin üzerindeki enerji faturası yükü de düşecek. Ancak elektrik fiyatlarındaki istikrar, TL’nin değerinde de istikrar sağlanmasını gerektiriyor.

– Sizin de belirttiğiniz gibi, Avrupa’nın aksine Türkiye enerji fiyatlarına jeopolitik gelişmelerin yanı sıra kurlar da önemli ölçüde etki ediyor. Bu durum da dikkate alındığında mevcut regülasyonların piyasalar açısından nasıl bir biçimde geliştirilmeleri gerektiğini düşünüyorsunuz?

Dünyada fosil yakıtlar öncülüğünde bir enerji krizi yaşanıyor, ancak TL’deki değer kaybının krizi derinleştirici etkisi görmezden gelinemez. Döviz kuru son zamanlarda Türkiye’deki enerji fiyatlarındaki artışı kabaca iki katına çıkardı diyebiliriz. Kur yukarı yönde hareket ettikçe bu makas daha da açılacak. Regülasyon açısından değerlendirmek gerekirse, şu sıralar liberal elektrik piyasalarına sahip olan ülkeler elektrik piyasası reformu üzerine tartışıyorlar. Marjinal fiyatlamaya dayalı, bizim Gün Öncesi Piyasasında (GÖP) da uygulanan fiyatlandırma yöntemi, yenilenebilir enerjinin domine ettiği ya da edeceği piyasa için uygun bir tasarım olmadığını düşünenler mevcut, buna karşı çıkanlar da var. Fosil yakıtlı santraller ile yenilenebilir santrallerin iki ayrı piyasaya bölünmesi dahi tartışılan seçenekler arasında. Eğer elektrik piyasası tasarımında bir yeniliğe gidecekse öncelikle bunun piyasaya güveni sarsacak ani bir şekilde yapılmaması ve yenilenebilir enerjiye geçişi sekteye uğratmayacak hatta hızlandıracak bir piyasa tasarımı olmasına dikkat edilmesi gerekiyor. Bunun yanında alım gücü ayırt etmeden uygulanan sübvansiyonlar yerine yalnızca düşük gelirlilerin korunduğu fiyat tarifeleri uygulanmalı.

– Biliyorsunuz Şubat sonunda Rusya’nın Ukrayna’yı tam kapsamlı bir işgale başlamasıyla dünya genelinde enerji emtiaları oldukça volatil fiyat hareketleri gerçekleştirdi. Bu etkinin tam olarak geçtiğini söylemek şu anda bile oldukça güç ve bazı katılımcılar yüksek fiyatların ve volatilitenin bir süre devam edebileceği endişesi taşıyor. Öte yandan, Avrupa genelinde ise iletim hacmi Rusya tarafından azaltılan doğal gazın ikamesi kömür santralleriyle yapılıyor. Petrol, doğal gaz ve kömür gibi yakıtların arzı için Avrupalı alıcıların alternatif arayışlarının da hala sürdüğü bir piyasa durumu söz konusu. TANAP ve TürkAkım gibi hatları da göz önüne aldığınızda, Avrupa’nın enerji krizi olarak adlandırdığı bu durum için Türkiye ne tür adımlar atabilir? Bu konuda Türkiye’nin önündeki riskler ve fırsatlar neler olabilir?

Hatırlarsanız kış aylarında Türkiye’nin günlük gaz çekiş kapasitesinin yalnızca %10’unu karşılayan İran’ın gazı kesmesiyle kriz içinde yeni bir kriz daha yaşamıştık. Pik talebin yaşandığı dönemlerde bunu karşılamakta zorlanabilen bir gaz tedariğimiz var. Dolayısıyla gaz açısından baktığımızda Türkiye açısından fırsat değil, birtakım riskler görüyorum. Özellikle kışın dünyada çok çetin bir sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) kapma yarışı yaşanacak. Geçtiğimiz kış LNG fiyatlarının çok yüksek olduğundan bahsediyorduk, önümüzdeki kış dolar bazında bile o fiyatların iki katına maruz kalacağız. LNG bulamayan ülkeler de olabilir. Nitekim Pakistan geçtiğimiz günlerde sözleşmesi olmasına rağmen gazsız ve elektriksiz kaldı. Bence artık enerji hub’ı olma gibi hedefler koymak istiyorsak hem daha gerçekçi hem de zamanın ruhuna uygun olacak şekilde Avrupa’nın güneş paneli üretim hub’ı olmak gibi hedefler koyalım.
Avrupa Birliği’nin (AB) en son yayınladığı REPowerEU planına göre 2030’a kadar her yıl ortalama 50 GW GES kurulumu yapılması gerekiyor. AB’nin kendi güneş paneli üretim kapasitesi bunun çok uzağında. Üretiminin wafer ve hücre gibi ara üretim adımlarında ise tamamen Çin’e bağımlı. Rusya’ya bağımlılığı düşürmeye çalışırken Çin’e bağımlılığını arttırmamak için bir miktar fiyat dezavantajı da olsa tedarikçilerini farklılaştırmak isteyeceklerdir. Türkiye’nin ciddi bir yerli panel üretim kapasitesi var ve bir know-how da oluşmaya başladı. Ancak panel üretiminin diğer aşamalarında da kapasite yatırımları yapmamız ve AB ülkelerinin ithal etmeyi düşüneceği kalitede yerli paneller üretebilmemiz gerekiyor. Devlet politikası haline getirilirse başaramayacağımız bir hedef değil.

Kaynak